KAVUKLU: Sorma Tosun'cuğum, bir felâket atlattım ki tarif kabul
etmez.
PÎŞEKÂR: Aman, geçmiş olsun Hamdici'ğim...
KAVUKLU: Geçmiş olsun ki, geçmiş olsun!
PÎŞEKÂR: Naklet bakayım, merak ettim.
KAVUKLU: Canım, geçende fırtına çıkmadı mıydı?
PÎŞEKÂR: Evet, hattâ ben korkudan evin bodrumuna kaçmıştım; sen
nerede idin?
KAVUKLU: Ben göklerde...
PÎŞEKÂR: Deme!...
KAVUKLU: Nasıl deme!... Hâlâ tir tir titriyorum... Haşım haşım
yanıyorum...
PÎŞEKÂR: Sakın sıtma olmasın?
KAVUKLU: Sıtma kaç para eder?
PÎŞEKÂR: Vâh, vâh!... Aman Hamdici'ğim, anlat bakayım.
KAVUKLU: İşte, o fırtına sabahı idi. Rüzgâr daha pek o kadar
esmiyor, yağmur azar azar çiseliyordu. Evden şemsiyeyi aldım; açtım: Dırağman,
Fethiye yolunu tuttum. Fâtih Meydanı'na geldim, rüzgâr ziyâdeleşti.
PÎŞEKÂR: Açık, yüksek yerde öyledir.
KAVUKLU: Baktım ki şemsiye dikilmeğe başladı, nerede ise elimden
kurtulacak... Sıkı sıkı sapına sarıldım.
PÎŞEKÂR: Allah vere de bocalamayaydın!
KAVUKLU: Bocalamak nerede?... Rüzgâr sertleştikçe sertleşti,
şemsiye dikildikçe dikildi.
PÎŞEKÂR: Aman!
KAVUKLU: Amanı zamanı yok... Bir aralık vücûdümde bir hafiflik
duydum. Dikkat ettim ki Fâtih Camii'nin kapısının üstü ile bir hizâye
gelmişim... Kurşunlar bana doğru...
PÎŞEKÂR: Ne diyorsun? Yat aşağı... Maazallah bir tanesi isabet
etti mi?
KAVUKLU: Tosun, sen bunamışsın! Tüfek kurşunu değil... Kubbe
kurşunları...
PÎŞEKÂR: Hay Allah müstehakını versin... Yüreğim hop etti!
KAVUKLU: Benimkini sorma, neler etti? Ben, hâlâ yürüyorum
zannediyordum. Bir de göz ucu ile bakayım ki ayaklarım yerden kesilmiş, ben,
on beş arşın yükselmiş değil miyim?
PÎŞEKÂR - Eyl... Sonra?...
KAVUKLU: Sonrası, büyük kubbe, derken şerefesi, derken alemleri...
PÎŞEKÂR: Yâ düşseydin?...
KAVUKLU: Kabil mi? Şemsiyenin sağlam olduğunu biliyordum. Artık
aşağılara bakmıyordum. Gözlerim kararır diye korkuyordum. Uç babam uç!
PÎŞEKÂR: Oh, ben senin yerinde olsam çaylak maylak, akbaba
kovalar, yakalardım.
KAVUKLU: O havada rast gelirsen...
PÎŞEKÂR: Aman Hamdici'ğim, bir şeyi daha merak ettim... Yolu nasıl
buluyordun? Pusulan var mıydı?
KAVUKLU: Pusulam yoktu amma, cebimde, kâğıdının üzeri haritalı
cigara kâğıdı vardı; çıkarıp bakıyordum.
PÎŞEKÂR: Acaba, nerelere kadar gittin?
KAVUKLU: Düz gitseydim, muhakkak Şam'ı bulmuştum... Fakat dik
gittiğim için, haritadan bulunduğum noktayı ta'yin ettim ki Çukurbostan
üzerindeyim.
PÎŞEKÂR: Eh... Ne ise!... Pek o kadar uzun değil.,.
KAVUKLU: Evet... Ne diyordum?
PÎŞEKÂR: Çukurbostan üzerindeyim, diyordun.
KAVUKLU: Hâ... Bir de, rüzgâr birdenbire kesilmez mi? Başladım
inmeğe...
PÎŞEKÂR: Aman!...
KAVUKLU: Aman ki aman! Tam yarı yola kadar indim, güneş de
çıktı... Çıkar çıkmaz gözlerim kamaştı... Ne oluyorum demeğe kalmadı, şemsiye
'Paff!' dedi, delindi...
PÎŞEKÂR: Eyvah!...
KAVUKLU: İşitiyordum, mahalle çocukları, "Gökten insan yağıyor"
diye bağırıyorlardı. Onları dinleyeyim derken, şemsiye tersine döndü. Harita
elimden düştü. Ben de kendimi bıraktım.
PÎŞEKÂR: Nereye?
KAVUKLU: Aşağıya!
PÎŞEKÂR: Sonra? Aman çabuk söyle, dört kulağım sende!
KAVUKLU: Ulan, iki uzun kulak senin nene yetmiyor ki? Her ne ise...
Düştüm...
PÎŞEKÂR: Sakatlık makatlık?
KAVUKLU: Yok. Düştüm, ama bir şeyler hışır hışır etmeye başladı.
Her tarafım birden bire kapandı.
PÎŞEKÂR: Kuyu mu?
KAVUKLU: Değil... Burnumla bir kokladım ki lâhana kokuyor.
PÎŞEKÂR: Hışır hışır mı ediyordu? Öyle ise tam göbeğine
saplanmışsın.
KAVUKLU: Tam da buldun... Ben düşerken meğer o açıkmış. Ben düşünce
kapandı. Dış yaprakları sımsıkı sarıldı. Koluma, bacağıma bağlandılar
zannettim.
PÎŞEKÂR: Lâhana korkmuştur!
KAVUKLU: Korktu... Şimdi ben burdan nasıl çıkacağım, diye
düşünürken bir sallantı, bir sallantı...
PÎŞEKÂR: Ne oluyor?
KAVUKLU: Ne bileyim... Bir sağa gittim bir sola.... Lâhana ile beraber
olduğum yerden âdeta koptum... Kulak verdim ki bir Arap karısı söyleniyor.
Şimdi ben bunu eve götürürü dolma yaparım, diyordu. Yüklendi... Git bire git...
En nihayet durdu... İndirdi... Derken etrafımda çatırtılar Başladı. Bir şeyler
kopuyordu. Arap karısı lâhanayı hızla yere bırakınca ufak bir çatlak hâsıl
olmuştu. Gözümün birini oraya diktim, gözlüyordum. Elinde kara saplı bir bıçak,
dış kabukları soyuyor... Rutubetten sesim kısılmış... Bir türlü bağıramıyorum.
Bıçağı gözet, bir tarafıma saplarsın diyemiyordum. Tam bana üç dört
yaprak kalakaldı, lâhanayı kapınca ocaktaki iri bir tencereye atmasın mı?
PÎŞEKÂR: Ey?
KAVUKLU: Bir haşlandım, bir haşlandım! Gözlerimi açtım ki ter
içinde kalmışım...
PÎŞEKÂR: Sonra?
KAVUKLU: Hâla mı sonra?
Allah hayırlar versin, meğer rüya imiş!
helal be
YanıtlaSil